DiN AHLAK EĞiTİMi PORTALI
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

DiN AHLAK EĞiTİMi PORTALI


 
AnasayfaGaleriAramaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Bir İlkbahar Sabahı

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Gertmill
Admin
Gertmill


Mesaj Sayısı : 1115
Kayıt tarihi : 06/05/09
Yaş : 32
Nerden : Mersin

Bir İlkbahar Sabahı Empty
MesajKonu: Bir İlkbahar Sabahı   Bir İlkbahar Sabahı Icon_minitimeCuma Mayıs 15, 2009 5:47 pm

Bir İlkbahar Sabahı



Selim GÜNDÜZALP

Bir ilkbahar sabahı, trenle yolculuk yapıyor ve manzarayı
seyrediyorduk.

Arkadaşımın bir ara;

"İnanır mısın ben bu yaşa kadar ağaçların çiçeklendiğini görmedim"
deyişiyle irkildim.

Yalan borcu yoktu ama sahiden öyle miydi? Sohbet derinleşince meseleyi
daha iyi anladım. Sapık bir ideolojinin bölge sorumluluğu sırasında 4
değil 5 saat, yâni bir saat fazladan uyuduğu için adı ''uykucuya"
çıkmış ve bu kusuru (!) sebebiyle de önemli görevlere gelemeden aforoz
edilmişti.

Vicdanını ve aklını askıda unutmadığından nihayet aradığını bulmuş,
inkâr vâdilerinde hayrete düşenler için, en doğru bir rehber olan
nurlarına kavuşmuştu artık.

Geldiği yol bir bataklıktı. Öyle ki, yine kendi ifâdeleriyle; düşenen,
ancak başkalarını da düşürmekle teselli bulacağı bir mezbelelikti...

- Biz diyordu, zehirlemekle lezzet alan yılanlar gibi, isyan ve
inkârımızı da ancak başkalarına aşılamakla rahatlıyorduk...

- Peki dedim, onca delile ve açık gerçeğe rağmen inkâr çizgisine nasıl
gelebiliyor insan?

Merakımı şöyle giderdi:

- Çiçeği göremedin mi iş bitti dostum! Kabukta dolaşan böcek, meyvenin
tadını alabilir mi? Biz çiçeği değil, güneşi bile unutmuşuz. Ama
güneş, yine aynı güneş, göremeyen biz olmuşuz. Şairin dediği gibi:
"Gökyüzünden habersiz uçurtma uçurmuşuz." Ruhumuzla beraber
dakikalarımızı bile satın almış ve düşünmek için, bize vakit
bırakmamışlar. Bu sapık yolda durmak, düşünmek, düşünmek ise, düşmek
demekti. Herşey önceden yazılmıştı kitaplarda... Papağan gibi aynı
şeyleri, içimize sinmeden çaresiz tekrarlıyor ve hergece yorgun
girdiğimiz yataktan, ertesi sabah erkenden robot rollerimize yine
bürünerek çıkıyorduk. Sözde bütün insanlığın saadeti için hayatımı
fedâ ettiğim o günlere yanıyorum. "GEÇEN GÜNLERE YAZIK" diyorum şimdi.
İstemeyerek de olsa, karanlığı tanıdığım için, şu andaki aydınlığımın
kıymetini daha iyi anlıyorum. Felsefe neden ve nasılların ötesine
geçemezken, Kur`an nurlarının bu sorularla beraber en önemlisi "NİÇİN"
lere de verdiği cevablarla, büyük bir rahatlık duyuyorum.

Allah'ı inkâr ne aklen, ne vicdanen, ne de ilmen mümkün olmadığından,
inanmak da bir mecburiyet oluyor. Ya kendiniz gibi aciz insanların
fikirlerinin sürüsü ve kölesi haline gelecek, ya da Allah'ın kulu
olacaksınız. Seçmekte hürsünüz.

- Şu günlerde Allah'ı tanımazlık içinde olanlara ne diyorsun?

- Tek kelimeyle acıyorum zavallılara ama dünya bu. İmtihandayız,
cennet ucuz değil, cehennem dahi lüzumsuz değil... Kuru inatla
gidenlere, Necip Fâzıl'ın şu sözünü hatırlatmakta fayda var:

"- Yok? Diyenlere bir sözüm var:

- Siz bana gerçekten yok olan bir şeyi gösterebilir misiniz ki, yok'u
ispat edebilesiniz?.. Gösterebilecek olsanız, zaten o şey yok değil,
var olur. Gösteremeyince de yok demeye imkânınız kalmaz! Allah'a yok
diyebilmeniz ayrıca ispat ediyor ki, O, "Var'ın ta kendisidir"

Hakikaten onu dinledikçe, ben de kendisine eşlik ediyor "geçen günlere
yazık, yazık etmişsin gönül" diyordum. Ama zararın neresinden
dönülürse kâr olacağını da söylüyordum kendisine... Sözü yine o
günlere götürdüm. Bir şey daha kalmıştı, onu da sordum:

- O zaman için "ölüm" aklına geliyor muydu? dedim.

- Şunun doğrusunu söylemek gerekirse hiç aklımdan çıkmıyordu diyerek,
sözlerine şöyle devam etti.

Bir takvimim vardı, her günün sonunda bir çizik atardım. Ama o
çizikleri kâğıttan çok ruhuma kazıdığımı biliyordum. Hayat filmimin
hergün bir karesi eksiliyordu. Ebedî bir hayat düşüncesi ile nefes
almak istesem, karşıma günahlar çıkıyor, hesap vermek işime gelmiyor
ve o an için inkâr kârlı gözüküyordu... Halbuki âhireti kabul
etmemekle sineğin ısırmasından kaçıp farkında olmadan yılanın
sokmasını kabulleniyordum. İşte bu ruhî sıkıntılar arasında
bocalarken, tövbe kapısı el etti ve onu boynu bükük çaldığımda, beni
karadan aka geçirdi... İnkâr ve imân arası bir adım bile değil. İnkâr
insanı canlı cenaze ediyor, imân hayata hayat katıyor.

Ölüm konusu devam ederken "Hüccetül İslâm" adı ile haklı ve büyük bir
şöhret kazanmış bulunan İmam-ı Gazalî'nin ölümsüz eserlerinden galiba
"El Munkız"daki bir misâlini hatırladım. İnsana, inanan insana,
inanmayana ait bütün psikolojik meseleleri en ince teferruatına kadar
inceleyen Gazalî, şöyle söylüyordu bu eserinde:

"Desem ki, bir başka hayat var, bir âhiret var ve bir hesap günü var".
İnanmayan insan, bu sözlerime karşı "Bunlar boş şeyler, boş lâflar
dünya bu dünyadır, namaz niyaz neymiş, ben hayatımı yaşayayım" der.

Aynı insana "Perşembe günü sarı elbise giymek uğursuzluktur" desem ona
da inanmaz, fakat Perşembe günü sarı elbise giymekten de çekinir."

Koca Gazali, insan ruhunun derinlerine kadar nasıl da nüfuz etmiş.
Çünkü bütün dini haberlerin hiç birisine inanmayan çağdaş kafaların
çoğu, yıldız fallarına bâyıla bayıla inanmakta.

Evet, madem ölüm öldürülmüyor, kabir kapısı kapanmıyor ve yolculuğumuz
oradan geçiyor, öyleyse kendimizi sıkı bir kontrole tâbi tutmamız
gerekiyor. Çünkü insanın düşmesi, saatin düşmesine benzemiyor. Ve
esfeli sâfilin denilen cehennem çukuruna kadar inebiliyor.

Yoldan ve baştan çıkmamak için W. Foerster'in şu kısa ve gerçek
hikâyesini dinleyip dinletmekte fayda var:
"Vaktiyle bir adam krala gidip yoldan çıkmaya nasıl karşı koyacağını
sordu. Kral ona ağzına kadar zeytinyağıyla dolu bir fıçı verdi, bu
fıçıyı şehrin bir kapısından öteki kapısına kadar bir damla yağ
dökmeden taşımasını emrederken, şöyle demeyi de ihmâl etmedi:

"- Eğer tek bir damla dökersen başın kesilecek."

Adamın yanına yalın kılıç iki gözcü verildi, bunlar bir damla yağ
dökülür dökülmez kellesini uçuruvereceklerdi.
Bir pazar günüydü, şehrin her yanı satıcı tezgâhlarıyla, insanlara
doluydu, adam fıçıyı taşıyarak yürüdü. Hem de ne dikkatle. Bir damla
yağ dökülmedi.

Geriye döndükleri zaman kral;

"- Peki, şehirde ne var ne yok?" diye sordu. .
"- Kimleri gördün?"
"- Hiç bir şey görmedim, efendim. Aklım fikrim yağdaydı."
"- Şimdi yoldan çıkmamanın çaresini buldun işte. Allah'a da, fıçıdaki
yağa baktığın gibi, dikkatle bakarsan hiç bir şey seni baştan ve
yoldan çıkarmaz." .
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://dinruzgari.forum.st
 
Bir İlkbahar Sabahı
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
DiN AHLAK EĞiTİMi PORTALI  :: Dinimiz :: Dini Hikayeler-
Buraya geçin: